Arkeoloji, insanlığın kültürel geçmişini, birbirlerine olan etkisini ve zamanla değişimini inceleyen bir bilim dalı…
İş böyle olunca, insanların atalarına karşı ilgisi her daim olmuştur, söylemi, belki de en doğru yaklaşımdır.
M.Ö. 6. Yüzyılda Babil Kralı Nabonidus’un kendisinden binlerce yıl önce inşa edilen Naram-Sin Tapınağı’nın bir katından başlayarak binanın temel tuğlasını bulana dek kazıya devam etmesi, bu ilginin ne kadar eskilere dayandığı hakkında bizlere ipucu vermektedir…
O günlerden bugüne, 20. Yüzyıla uzandığımızda ise artık arkeolojinin tam anlamıyla bir BİLİM DALI olduğu gerçeği ile karşı karşıya geliyoruz.
Günümüzde yürütülen bir kazıda arkeologların yanı sıra jeofizikçiler, zoologlar, botanikçiler, kimyagerler, genetik uzmanları yer almaktadır. Artık arkeoloji, bulunan materyalleri yorumlayıp, geçmişle ve bir anlamda da günümüze ışık tutabilecek tüm bilim adamlarından ve sayısız alan uzmanlarından, doğal çevre ortamını oluşturan tüm alanlardan, biodünyadan jeofizige, jeomorfolojiden klimatolojiye kadar hemen her alanın verilerinden yardım alan bir disiplindir.
Buna ek olarak, arkeolojiyi bir tanımlama, bir açıklama ve yorumlama bilimi olarak da görmek, belki de en doğru yaklaşımlardan biri olacaktır.
Tabii, arkeolojiyi, Prehistorya yani Tarih öncesi arkeolojisi; Protohistorya – Ön Asya Arkeolojisi, Klasik Arkeoloji üzerinden ele aldığımızda, çeşitlilik ve saha oldukça genişlemektedir.
Ülkemizde bu konuda en yetkin kurum, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde faaliyetlerini sürdüren Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü…
Özellikle Anadolu’nun dünyanın en büyük medeniyetlerine ev sahipliği yaptığını düşünürsek, zengin bir kültür hazinesine sahip olduğumuzu da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bugün, Anadolu genelinde 153 civarında kazı projesini hali hazırda devam eder vaziyette…
Bunun, 31’i ni yerli, 122’sini ise yabancı kazı heyetleri yürütüyor.
Kültür ve Turizm Bakanımız, Sayın Mehmet Nuri Ersoy’un “”2020 itibarıyla da her yıl minimum 20 ilave kazı yerini proje kapsamına alarak 2023’e kadar 122 kazı alanına hatta daha fazlasına ulaşmayı planlıyoruz.” hedefi bizleri heyecanlandırıyor, bir arkeolog olarak…
Ve, kazı çalışmalarının 12 aya yayılacak şekilde koordine edilmesi de “sürdürülebilirlik açısından” çok ama çok önemli..
Bilebildiğimiz kadarıyla; “Antalya’da Patara, Side ve Olympos, Burdur’da Kibyra, Denizli’de Laodikeia ve Tripolis, İzmir’de Teos, Isparta’da Pisidia Antiokheia, Çanakkale’de Parion, Assos, Trio, Gaziantep’te Zeugma, Mersin’de Anemurium, Muğla’da Euromos, Stratonikeia Lagina ve Knidos antik kentleri, Diyarbakır’da Zerzevan Kalesi, Mersin’de Silifke Kalesi, Muğla’da Beçin Kalesi, Şanlıurfa’da Harran Örenyeri.” çalışmaları bu kapsamda değerlendiriliyor…
Biz, tüm bu spesifik çalışmaların haricinde, Ağrı dağı özelinde yapılan kazılarla ilgili birkaç noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz…
Mustafa Kemal Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aynur Özfırat başkanlığında yürütülen Bozkurt (Mollacem) Nekropolü çalışmasında incelenen 200 arkeolojik yerleşimden elde edilen sonuçlar, bu bölgede iskanın, Geç Kalkolitik Döneme (M.Ö. 3750-3400) kadar uzandığını gösteriyor.
Hocamızın, şu sözleri sahada olanları net şekilde bizlere gösteriyor:
“Bu tarihlerden Urartu Krallığı’na değin dağ ve yakın çevresi kesintisiz yerleşime sahiptir. Urartu egemenliğinde ise burada bir eyalet merkezi kurularak krallığın sınırları içine alınmıştır. Tüm bu süreç boyunca dağ ve yakın çevresi, içinde yer aldığı Doğu Anadolu, Güney Kafkasya (Gürcistan, Ermenistan, Nahçıvan, Azerbaycan) ve İran Azerbaycanı’yla paralel bir kültürel gelişim izlemiştir. Araştırmaların ülkemiz arkeolojisi açısından en önemli ve yeni bulgularından bir diğeri, kurgan türü mezarların bulunmuş olmasıdır. Yüzey araştırmasında belirlenen ykl. 800 kurganın dışında, Bozkurt’ta yapılan kazılarda incelenen bu tür mezarlar, taştan yüksek yığma tepeler ve bu tepelerin altındaki oda, kuyu ya da taş sandık mezarlardan oluşur. Anadolu dışında Ön Asya’ya yabancı olan kurgan geleneğinin en erken temsilcileri, Orta Asya’da M. Ö. 5 bin yıldan beri görülmektedir. Avrasya stepleri ve Kuzey Kafkasya’da ise ilk kez M. Ö. 4 bin yılda görülen kurganların daha sonra, M. Ö. 3 bin yılın ortalarında güneye inerek Transkafkasya’da var olduğu Doğu Gürcistan’daki Martkopi, Bedeni ve Trialeti gibi anıtsal kurganlardan bilinmektedir. ”
Yine bu çerçevede, Prof. Dr. Akif Tan’ın, şu değerlendirmeleri de oldukça önemli:
“Bozkurt kurganları bugüne değin elde ettiğimiz sonuçlara göre Orta Tunç Çağından başlayarak Son Tunç Çağı ve Erken Demir Çağında yoğunlaşarak devam etmiştir. Orta Tunç Çağına ilişkin bulgularımız diğer dönemlere kıyasla oldukça sınırlıdır. Bulgular Güney Kafkasya ile çok yakın benzerlik içindedir. Kafkasya coğrafyası içinde en yakın benzerlere ise Ağrı Dağı’nın hemen karşısındaki Ermenistan’daki Aragats Dağı eteğindeki mezarlıklarda rastlanmaktadır. Her iki dağın arasından geçen Aras Nehri ve volkanik oluşum nedeniyle aynı coğrafî özelliklere sahip bu iki dağ ve yakın çevresi arkeolojik olarak da benzer bir süreç izlemiştir. Doğu Anadolu Bölgesi’nde bu döneme ait kazılar henüz çok sınırlı olmakla birlikte, bu konuda araştırmaların çok sayıda olduğu Güney Kafkasya bulguları ve Doğu Anadolu’nun genel sıradüzeni ile Sos ve Bozkurt kazılarının sonuçlarına göre kronolojik bir değerlendirme yapılabilir. Buna göre bölgede Orta Tunç Çağını temsil eden kurgan kültürlerinin Ağrı Dağı ve yakın çevresine Kura-Aras kültürünü izleyerek Güney Kafkasya’da olduğu gibi ykl. M.Ö. 2400/2300 yıllarında girerek Urartu Krallığı’na değin devam ettiğini söyleyebiliriz. Son Tunç/Erken Demir Çağına gelindiğinde çok sayıda kalenin ortaya çıkışı ve eteklerindeki kurgan mezarlıklarının sayısındaki artış tüm Güney Kafkasya ve Kuzeybatı İran’da karşılaşılan bir yeniliktir. Bozkurt kurganları ve Kale I ile birlikte Ağrı Dağı’nda belirlediğimiz diğer merkezler Son Tunç/Erken Demir Çağının 540 bu yeni yerleşim sistemini gösterir2 . Kale I’in hemen yanındaki Kale II ise Urartu kalesidir. Krallığın erken evresinde, Kral Minua Döneminde Urartu sınırları içine alındığı bildiğimiz bölgede inşa edilmiş olan yeni kalelerden biri olmalıdır. Önümüzdeki yıllarda kalelerde yapacağımız çalışmalarda daha kesin sonuçlara ulaşmak mümkün olacaktır. “
Tüm bunlar şunu göstermektedir, aslında…
Bölge, tamamıyla ele alındığında, belki de NUH’un GEMİSİ’nin sırrı da çözümlenebilecektir.
İsterseniz, bu konuyla ilgili de gelinen noktada neler var elimizde, ona da bir bakalım!
“Tüm dinlerde yer alan, insanlık tarihinin en büyük ortak inanışlarından biri olan Nuh’un Gemisi, gizemini korumakla birlikte gerçekliğini de ispat etti. Yapılan çalışmalar sonucu Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde bulunan gemi şeklindeki oluşum, ilk defa 3 boyutlu olarak görüntülendi ve insanlık tarihinin yeniden başladığı yerin Ağrı Dağı olduğu kabul edildi.
Kimine göre gerçek, kimine göreyse efsane olan Nuh Tufanı’nın hikâyesini neredeyse hepimiz biliyoruz. MÖ 3000-3500’lü yıllarda yaşandığı düşünülen Nuh Tufanı, üç semavi dinin kutsal kitaplarında, Sümer tabletlerinde ve Gılgamış Destanı’nda da yer alıyor.
Büyük Nuh Tufanı
İnsanlığa ceza olarak gönderilen tufan öylesine büyüktür ki kurtuluş şansı imkânsızdır. Nuh Peygamber Büyük Tufan’ın olacağını bilir. O yüzden bir gemi inşa etmeye başlar. Ona inanmayanlar bu gemiyi yok etmek için çabalasalar da gemi inananların yardımıyla tamamlanır.
Nuh’un Gemisi’ne inanan insanlar ve her türden bir çift hayvan biner. Büyük Tufan biter, Nuh’un Gemisi Ağrı Dağı’nda karaya oturur ve yaşam devam eder.”
Her zaman Türkiye sınırları içerisinde bir yerlerde karaya oturduğu düşünülen kutsal gemi senelerce nerede olduğu tahmin edilse de bir türlü kendisini göstermedi. Gemi Ağrı Dağı eteklerinde, bazense Cudi Dağı’nda arandı uzun süre.
İnsanlık tarihinin başladığı yer
Friedrich Parrot, Nuh’un Gemisi’ni bulmak için yola çıkan ilk araştırmacıydı. Dini kaynakları referans alarak Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkan Parrot için zorlu tırmanışı sonuçsuz kaldı. 1916 yılında Rus pilot Vladimir Roskovski de bir uçuş sırasında fark ettiği gemi kalıntısını aramak için Ağrı Dağı’na geldi ama o da bir sonuca ulaşamadı. 1952’de George Jefferson Green, helikopterle keşif uçuşu yaparken Nuh’un Gemisi’ni gördüğünü iddia etti. Ağrı Dağı’na çıkanlardan biri de Ay’a ilk ayak basan astronotlardan James Irwin’di. Ancak Irwin de Ağrı Dağı’ndan sonuç elde edemeden geri döndü.
Bu arayışların ardından en gerçekçi yanıt, Harita Müdürlüğünde görev yapan Yüzbaşı İlhan Durupınar’dan geldi. 11 Eylül 1959 yılında Doğubayazıt haritası üzerinde çalışan Durupınar Nuh’un Gemisi’ni keşfetti.
Bölgede yaşayan köylülere göre bu oluşum yaşanan heyelanlarından ardından ortaya çıkmıştı.
Yapılan çalışmalar sonucu Harita Yüzbaşı İlhan Durupınar’ın keşfi de bir sonuca ulaşmadı ve oluşum gizemini korumaya devam etti.
Bu esnada Ara Güler, Yüzbaşı İlhan Durupınar’ın keşfettiği oluşuma zorlu bir yolculuğun ardından ulaştı. Çektiği fotoğraflar Time ve Stern gibi dünyaca ünlü diğer dergilerde de yer aldı.
20 Haziran 1987’de Nuh’un Gemisi kalıntısı ve çevresini millî park ilan edildi. Bölgedeki en kapsamlı bilimsel araştırmayı California Üniversitesi Los Alamos Ulusal Labarotuvarı’ndan John Baumgardner ile Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden Salih Bayraktutan yürüttü. Bu çalışmalar da teknolojik yetersizlik sebebiyle sonuçsuz kaldı.
Oluşumun gemi kalıntısı olduğu kanıtlandı
2014 yılında Amerika ve Yeni Zelanda’dan Ağrı’ya gelen bir başka ekip, yaptıkları araştırmalar sonucu Nuh’un Gemisi’ni 3 boyutlu olarak görüntülemeyi başardı.
Senelerdir ilgiyle takip edilen oluşumun altında ne olduğunu tespit etmek için elektrik akımı kullanan bir cihazla, birkaç yıl boyunca tarama yaparak elde edilen görüntülerin Nuh’un Gemisi’nin toprak altında kalan kısmının gerçek verileri olduğu ifade ediliyor. Bölgede yaşanan heyelan dolayısıyla Nuh’un Gemisi’ne ulaşmak için yapılması gereken kazı çalışmaları konusunda bilim insanlarıysa ikiye ayrılmış durumda.
İnsanlık tarihinin en çarpıcı hikâyelerinden biri olan Nuh’un Gemisi ile ilgili yaşanan son gelişmeler 5 bin yıllık bir hikâyenin gerçekliğini kanıtlıyor. Nuh’un Gemisi’nin bulunması dünyanın da Ağrı Dağı’ndan bir kez daha hayat bulduğunu düşündürüyor.”
KAZILAR, bizi, belki de insanlığın bugün devam etmesini sağlayan, o ilk günlere götürecek, hepimiz…
Yeniden başlanılan, o günlere…
Ne dersiniz!
İNCELEMEYE DEĞMEZ Mİ?