Prof.Dr. Bülent Güloğlu
İTÜ Ekonomi Bölümü
DOLARIN RENGİ KIRMIZI
15 Eylül 2008 de ABD’nin büyük banka devlerinden Lehman Brother 619 milyar dolar borçla iflas ettiğinde, dünyada kuşkusuz yeni bir dönem başlıyordu. Bu dönem esas itibariyle “büyüklerin krizi” olarak ifade edilebilecek bir dönemin başlangıcını oluşturuyordu. O zamana kadar finansal kriz esas itibariyle gelişmekte olan ekonomilere özgü bir “hastalık” olarak kabul görüyordu. ABD’deki konut balonunun patlaması türevsel işlemler yoluyla Avrupa’daki finans kuruluşlarını etkiliyor ve kriz dalga dalga Avrupa’ya da yayılıyordu. Bir yandan Lehman Brother’ın iflasına izin verilirken diğer yandan yeni bir para politikası geliştiriliyordu. İngilizce adıyla “quantitative easing“ programı yürürlüğe giriyordu. Yeni para politikasıyla kabaca para yaratma, piyasadan tahvil ve bono alma yoluyla, faizin düşürülmesi hedefleniyordu. Bu yapılırken ucuzlayan kredi ve bollaşan parayla talebin ve yatırımların artırılması öngörüyordu. Bu durum basılan her bir dolardan pay alan para baronları Rockefeller ve Rothschild’in de işine geliyordu. Ancak çok iyi hesaplanamamış başka bir durum ortaya çıktı. Suyun akıp yatağını bulduğu gibi bollaşan para sermayenin marjinal verimliliğinin görece yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelere doğru akmaya başladı. Gelişmekte olan ülkeler önemli derecede sermaye girişlerine şahit oldular. Bu arada Türkiye başta olmak üzere Brezilya, Arjantin gibi ülkeler akan paranın durak noktaları oluyorlardı. ABD ve Avrupa’da duraklama yaşanırken
gelişmekte olan ülkelerde istihdam artışı ve canlılık hâkimdi. Bu durum gelişmiş ülkeler ve özellikle ABD için tahammül edilemez hale geliyordu. Nehrin yatağını değiştirmek ve suyun akışını terse çevirmek gerekiyordu.
Bunun için bazı adımlar hızla atılmaya başlandı. İlk yapılması gereken iş paranın aktığı ülkelerde siyasi ve sosyal istikrarsızlık yaratmak olacaktı. 2013 yılındaki Türkiye’deki Gezi olaylarının benzeri başta Brezilya olmak üzere diğer gelişmekte olan ülkelerde de yaşanmaya başladı. Tüm bunlar paranın akışının tersine çevirilmesi operasyonlarının
başlangıcıydı. Siyasi ve sosyal karışıklıklarla yıpratılan paranın durak noktası olan ülkelere bir darbe de FED’den gelecekti. 22 Mayıs 2013 de dönemi FED başkanı Bernanke basına verdiği bir demeçte quantitative easing döneminin yakın tarihte sona ereceğini ve yerini “tapering” programına bırakacağını duyuruyordu. Tarihler 18 Aralık 2013’i gösterdiğinde FED resmi olarak tapering programını devreye sokuyor ve piyasaya para vermeyi azaltıyordu.
Bu tarihlerde hedef ülke sermaye akımlarından önemli bir pay alan Türkiye idi. Gezi’nin ikinci aşaması olan 17-25 Aralık yargı darbesi ne tesadüftür ki tamda FED’in para musluğunu kısmaya karar verdiği döneme geliyordu.
Brezilya’daki olaylar 2011 yılından beri başkanlık koltuğunda oturan Dilma Rousseff’in rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla görevden alınmasıyla son buldu. Paranın hızla “anavatanına” geri dönmesi için FED faiz artırımlarına başlarken bununla yetinilmeyip Türkiye’de 15 Temmuz başarısız darbe girişimi başlatılıyordu. Başta Suriye olmak üzere Libya, Mısır ve Yemendeki iç savaş ve karışıklıklar esas itibariyle büyük planın bir parçasıydı. Yeşil olan doların rengi akan masum kanlarıyla beraber çoktan kırmızıya dönmüştü.
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.