‘Alışkanlık gizemli bir kayıtsızlık doğurur, mikroplar için bile’
Andrew Nikiforuk
“Şehirde yaşayanların çoğu hiçbir zaman gripten çok korkmamışlardır. Kuduz gibi bir katil ya da çiçek gibi şekil bozucu bir hastalıkla karşılaştırıldığında grip, hoş bir sıkıntıdan başka bir şey gibi görünmüyordu. Yüzlerce yıl önce fena halde hastalanıp ölmemek öyle bir rahatlıktı ki gribe yakalananlar kısa bir süre için halsizleştiren hastalığa “yeni keyif”, “neşeli sohbet” “asil veba”, “yeni ahbap” ya da “sıkıntı (grippe)” adını verdiler. Tarihçiler ve virüs uzmanlarına göre; büyük grip salgınlarının komedyenler kadar özgün, politikacılar kadar kaypak karakterleri vardır. Genellikle arı sürüleri gibi farklı yoğunluktaki dalgalar halinde gelirler. Hava durumuna bağlı olarak, bir salgın nüfusun %25-50’sini, o çok bilinen ağrılar, ateşler, titremeler ve halsizlikle birlikte kısa sürede yatağa düşürebilir. Hastaların % 1’inden azı ölür”[1] “20. yüzyılda insanlık hala boyutları kestirilemeyen bilinen ya da yeni etkenlerle bulaşıcı hastalık salgını tehdidi altındadır.[2] İnsanoğlunun varoluşu ile başlayan ve bugüne dek gelen tarihi yolculuğu boyunca bireyler veya toplumlar birbirlerine üstünlük sağlayabilmek, hükmetmek ya da yenmek için günün imkânlarını ve teknolojilerini tüm olanaklarıyla kullanmışlardır. Yerküre, eski zamanlardan beri insanoğlunun çok farklı yöntem, silah, araç, gereç kullanarak türlü savaşlara ve meydan okumalara sahne olmuştur. Bu savaş yöntemlerinden bir tanesi de biyoterörizm’dir. Biyoloji ve terör kelimelerinin birleştirilmesi ile türetilmiş olan biyoterörizm kavramı, insanlığı kırıp geçiren hastalıkların, insanın birtakım emellerini gerçekleştirme aracı olarak yine bizzat insan tarafından kullanılmasıdır. Teknik tanımı ise insanlara, bitkilere ve hayvanlara zarar veren virüs ve organizmaların kasıtlı olarak salınmasıdır.[3] Kitle imha silahları, canlılara zarar veren kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlardır. Bu silahlar etkilerini binalara, şehirlere ve taşıma araçlarına zarar vererek değil, canlılara zarar vererek gösterirler. Etkilerini insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde çoğalıp, hastalık oluşturarak, ölümlere neden olarak gösteren patojenik mikroorganizmaların silahlaştırılması ile oluşturulan silahlara biyolojik silah denir. Savaşta, kimyasal silahların çok etkili olmaması, biyolojik silahların ise uzun süre büyük miktarlarda depolanamaması nedeniyle ancak nükleer silahlarla birlikte kullanıldıklarında geniş kitlelerde ölüme neden olurlar [[4]-3]. Canlılara verdikleri zarar ciddi boyutta olduğu için, günümüzde bu silahların askeri alanda kullanımına izin verilmemektedir. Bunun yanında bu silahların teröristler tarafından sivil halka karşı veya askeri birliklere karşı kullanılabilme olasılığı vardır. Biyolojik silah etkenleri ile savunmasız sivil toplumlara karşı yapılan terör eylemleri biyoterör olarak isimlendirilir.[5] Görünmez ordular diye nitelendirilen ve yıkıcı etkileri olan bu hastalıklar tarihler boyu farklı isimler altında insanoğlunun yıkımı olmuştur. Biyoterör saldırısına maruz kalmış bir ulus da yalnızca insanlar hayatlarını kaybetmiyor. Bununla birlikte bu tür saldırılar ulusların sosyo-ekonomik yaşantısını ve geleceğini de önemli ölçüde etkilemektedir. Ayrıca bu saldırıların genetiği değiştirilmiş bir virüs yoluyla kasıtlı olarak ortaya çıkarılabilmesi ve çok hızlı bir şekilde yayılabilmesi küresel tehdit boyutunu ortaya çıkarmaktadır. Biyoterör ile insan kaybı hızla ve artarak devam etmektedir. Bu nedenle bu tür salgın hastalıkların bulaşıcılığından ve kontrol altına alınmasının güç olmasından hareketle küresel güvenliği sağlama adına ciddi bir iş birliği gerekmektedir. Bu kapsamda ortaya çıkabilecek salgınları ve nedenlerini hızlı bir şekilde tespit edecek güçlendirilmiş bir küresel güvenlik iş birliği ile küresel halk sağlığı temel prensipleri dünyayı biyoterör tehdidine karşı savunmanın tek akılcı yolu olarak görülmektedir. ABD yapımı Hollywood menşei filimler yıllardır Virüs, Mikrop, Salgın ve Pandemi Savaşı gibi konu içerikli senaryoları işlemekteler. Bugün Koronavirüs (Covid-19)’un dünyayı adeta teslim alması ile başlayan sürecin insanlar arasında dehşet ve korku ile devam etmesi komplo teorisi filmlerinin senaryolarının realiteye dönüştüğünü bize göstermektedir. Korona’nın yaratmış olduğu bu etkiden dolayı bunun sıradan bir virüs olmadığını göstermiştir. Korona insanlar üzerinde yaratmış olduğu korku ve panik psikolojisi özelliği ile de virüsün daha hızlı yayılmasına sebep olmaktadır. Bilinmezlikler ve gerçekler bir araya geldiğinde Koronavirüs’ün “üretilmiş” bir virüs diğer adı ile bir biyolojik silah olacağı ihtimalini güçlendirmektedir. Koronavirus salgını öncesi dönemlerde dünyada milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine sebep olan ölümcül bulaşıcı salgın hastalıkların bir kısmı pandemi olarak görülürken bazıları ise yalnızca bulunduğu bölgeye zarar vermiştir. Dünya nüfusunun artmasına bağlı olarak yeni bulaşıcı hastalıklar da gün yüzüne çıkmaya devam ediyor. Çok sayıda insanın birbirleriyle ve hayvanlarla iç içe yaşaması sağlık ve besin önlemlerindeki zayıflıklar ile birleştiğinde hastalıkların yayılabilmesi için gerekli koşulları sağlamaktadır. Keşfedilen yeni ticaret yolları alışılmamış enfeksiyonların yayılmasını kolaylaştırarak küresel salgınların oluşumunda etkin rol oynamıştır. Virüs kısa sürede yaratmış olduğu ölümcül sonuçlardan dolayı toplumda sağlık boyutu yanında psikolojik ve ekonomik boyutlarıyla da dünya genelini etkilemiş, uzun bir sürede etkilemeye de devam edeceğe benziyor. Ama şu bir gerçek ki Korona’nın dünyanın her yanını kısa sürede etkisi altına alması, yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olması, enfeksiyonun önceki viral enfeksiyonlara göre daha hızlı yayılması gibi sonuçlara bakıldığında Koronavirüs’ün sıradan bir virüs olmadığı ortadır. Son yarım asırda karşımıza çıkarılan SARS, SADS, MERS, Kuş Gribi, Domuz Gribi, Ebola ve “Korona”ya bakıldığında dünyanın neredeyse tamamına bir anda sanki sistematik bir yönetim anlayışıyla yayılan bu virüslerin biyolojik terör olması ihtimalini akla getirmektedir. Bugün kilometrelerce uzakta olduğunu düşündüğümüz bir yerde var olan bir salgın hastalık önceden bizi endişelendirmezken artık aynı gün içinde o virüsün bize bulaşmayacağının bir garantisi yok.[6] Günümüzde biyolojik silahlar, sadece terör örgütlerinin kullandığı bir araç değil uluslararası aktör ülkelerinde kullanmaya çalıştığı bir araç olmuştur. Teknolojisi gelişmiş birçok ülkenin ulusal biyo güvenlik laboratuvarları olduğu bilinmektedir. Çin’de bu ülkelerden bir tanesidir. Koronavirüsünün çıkış noktası olan Wuhan kenti Çin’in ekonomik güç merkezlerinden biridir. Durum böyle olunca Çin’in hızlı büyümesinden endişe duyan dünyanın mevcut etkili aktörlerinin biyolojik saldırı için bu kentin seçildiği tezi ortaya çıkmaktadır. Bu planın baş aktörünün ABD olduğu ve Çin’in ekonomik ve finansal sektörlerini felç etmek istediği için bu yönteme başvurduğu iddia ediliyor. Çin Dışişleri sözcüsü Lijian Zhao, “Salgını Vuhan’a getiren Amerikan ordusu olabilir” demesi gündeme gelen iddiaları destekler nitelikte olmuştur. Yine Korona’dan en çok etkilenen ülkelerden biri olan İran; ABD’nin İran ve Çin’de koronavirüsü yayarak biyo-terör saldırısı düzenlediğini iddia etti. Koronavirüsü dünyayı etkisi altına alarak tüm ülkelerin hem ulusal hem de uluslararası mevcut geleneksel yönetim, sevk ve idarelerini dahi değiştirmiş durumda. Ülkelerin yöneticileri uzaktan yöntemle yani sanal ortamda ülkelerini yönetmeye çalışıyorlar. Dünyanın birçok ülkesi okulları tatil etmiş eğitimleri internet üzerinde online olarak vermeye başlamış vaziyetteler. Ülkelerin yöneticileri diplomatik görüşmelerini dijital araçlar üzerinden gerçekleştirmeye başlamış durumda. Sonuç olarak, dünya sanal hayat ile her açıdan eve haps oldu. Küresel aktörlerin uzun zamandır yaşamın her alanını dijitalleştirmek için vermiş olduğu çalışmalar sanki hedefine ulaşmış gibi görünüyor. Oluşturulan bu sanal dünyanın önümüzdeki günlerde en çok konuşulacak olan konulardan bir tanesi de Kripto para, internet parası ya da bilinen en yaygın adı ile Bitcoin olacaktır. Uzunca bir süredir online bir para birimi yaratma peşinde olan küresel güçler Korona salgını ile bu süreci hızlandırmış oldular. Bir virüsün koca dünyayı karantinaya aldığı bu günlerde geçmişi sorguladığımızda insanlığın bugünleri yaşayacağının temeli yarım asır önce atıldığını net bir şekilde görmekteyiz. Şöyle ki 1970’lerde Henry Kissinger şu sözleri ile dile getirmişti; ”Nüfusun azaltılması üçüncü dünya ülkelerine karşı temel politikamızdır. Çünkü ABD’nin az gelişmiş bölgelerdeki petrol, maden ve diğer kaynaklara olan ihtiyacı artacaktır.” Kissiger’ın ifadelerinden sonra yorumu siz değerli okuyucularıma bırakıyorum.[7] Yaklaşık 8 milyarlık dünya nüfusunun 1,5 milyarlık nüfusunu barındıran Çin, büyük coğrafyası, sürekli artan nüfusu, giderek güçlenen ordusu, doymak bilmeyen enerji ve ham madde iştahı, küresel piyasada hâkimiyet kuran büyük şirketleri ve büyüyen ekonomisiyle başta ABD olmak üzere birçok küresel güç odaklı ülkeyi korkutuyor. Çin, tüm küresel piyasada ürünleriyle hâkimiyetini ilan etmiş durumda. Donald Trump Çin’i durdurmak için gümrük ambargolarını devreye sokarken Çin, karşı hamlelerle Trump’ın politikalarını etkisiz hale getiriyor. Bu hızlı yükseliş ile ABD’nin açıktan Çin’e bir ticari savaş başlattığı fazlaca dillendiriliyor. Koronanın bir “laboratuvar virüsü” (ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da koronavirüsün Çin’deki bir laboratuvardan çıktığını iddia etmişti. Çin Kızılhaç Başkanı Chen Zhu, Çin’in salgın bitene kadar uluslararası uzmanların hiçbirini koronavirüsün kaynağını soruşturmak için ülkeye giremeyeceğini söylemişti[8]) olduğu savı üzerinde yola çıkıldığında benzer birçok örneğini tarihsel süreçte yaşandığı gerçekliğini de bir kez daha hatırlamamıza sebep olunmaktadır. Örneğin ABD’nin tescili için 2007’de patent müracaatında bulunduğu, 2010’da da patent aldığı Ebola, müracaat tarihinden yaklaşık 6 yıl sonra yani ilk olarak Aralık 2013 tarihinde Gine’de başlayıp Liberya, Sierra Leone başta olmak üzere Batı Afrika ülkelerinin birçoğuna yayılmıştır. Ebola salgınına bağlı olarak on binlerce ölüm meydana gelmişti. Peki, amaç neydi? Afrika’yı dizginlemek, nüfusunu azaltmak mı yoksa korku ve dehşete sürükleyip ilaç/aşı satarak trilyon dolarlar kazanmak mı? Geçmişte yaşanan bu ve buna benzer yaşanmışlıklara paralel olarak ilaç şirketlerinin doymak bilmeyen para kazanma iştahlarını da göz önünde bulundurduğumuzda Koronavirüsü’nün laboratuar ortamında geliştirilip başta Çin olmak üzere dünyaya yayılması pek zor olmasa gerek. Bu hesapları yapan ülke veya şirketler virüsten dolayı insanlar arasında yaşanan korku, endişe ve çaresizliğin tavan yaptığı bir dönemde sahneye bir kahraman edası ile çıkıp; bilim adamlarımız, yoğun bir iş temposu ve özveri ile yaptıkları laboratuvar çalışmaları ve deneyler sonucu Koronavirüsün antivirüsünü bulduk demeleri kaçınılmaz bir sonuçtur. Makaleyi yazdığım (19 Mayıs 2020, Saat 04.05) gün itibari ile dünya genelinde vaka sayısı 4.731.458[9] , ölümün ise 316.169 olduğu bir durumda virüsün doğum yeri olan yaklaşık 13 milyonluk nüfusu barındıran Wuhan kenti özelinden 1,5 milyar nüfusu olan Çin’in tablosuna bakıldığında; vaka sayısının 84.500, ölümlerin 4645[10] olması düşündürücü. Dr. İmbat MUĞLU
[1] Nikiforuk A, Grip: Virüs Dalgası. Mahşerin Dördüncü Atlısı, Salgın ve Bulaşcı Hastalıklar Tarihi, iletişim yayınları, s.187-199
[2] Heyman D. Infectious Agents, Oxford Textbook of Public Health, Fourth ed. Eds. Detels Roper, 2001 Trakya Üniv. Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD
[3] http://www.olaganustukanitlar.com/biyoterorizmde-neden-sarbon-kullanildi/
[4] Cirincione J, Wolfsthal JB, Rajkumar M. Deadly Arsenals: Tracking Weapons of Mass Destruction. 2002;3-23, 45-66. www.carnegieendowment.org
[5] Harigel GG. Chemical and biological weapons: Use in warfare, impact on society and environment. http://www.ceip.org/files/publications/Harigelreport.asp
[6] Emine ALP, Mehmet DOĞANAY Yoğun Bakım Dergisi 2006;6(3):135-146
[7] https://www.yeniakit.com.tr/haber/koronavirus-biyo-teror-mu-1142629.html
[8] https://www.nerinaazad.org/tr/news/life/health/dunya-saglik-orgutu-koronavirus-tartismalarina-son-noktayi-koydu